HER TARAFIMI SARMIŞ TOZ UMUTLAR!
Muharrem Yokarıbaş
grafikreklamajansi@gmail.com - 05377026700Yaşam; Doğum, büyüme, olgunlaşma, yaşlılık ve ölüm sıralaması şeklinde ilerleyen bir zaman döngüsü. Doğduk, büyüdük, olgunlaştık.
Yaşlanmadık. Ölmedik.
Şimdi diyeceksiniz ki bu nerden çıktı konu nereye varacak, nerede nefes alacak, ana fikir ne olacak gibi kafanızda sorular oluşmaya başladı eminim. Ama ben emin değilim…
Neyse ben olgunlaşma kısmında kalayım. Yani gösterilenle gördüğümüz arasında.
Meslek gereği birçok siyasi seçimler, seçim sonrası süreçler, yapılanlar, yapılamayanlar, tartışmalar, övgüler gördüm. Toplum, ön plandaki bu kimlikleri ya övgü ile ödüllendirdi ya da yergi ile sandıkta cezalandırdı. Bu döngü her üç senede, dört senede ya da 5 senede kurum, parti, dernek gibi seçimlerle dönüp durdu. Dönmeye de devam ediyor. Doğumların yaşandığı her yeni bir başlangıç gibi ölümlerin de olduğu sonu gördü. İstisna bazen seçimle öldürdüklerimizi yine seçimle dirilttiğimiz oluyor da hani. Gelen gideni aratır misali tekrar yılana sarılma misali.
Bir gruba, topluluğa, lidere dahil olma isteği hep var. Yani yönetme ve yönetilme insan doğasının vazgeçilmesi. Bu doğa içerisinde toplumsal roller, kilit roller ya da anahtar roller üstlenilir. Kimileri, toplum ya da lider ne yaparsa ona uyar, birileri de toplumu arkasından sürükler. Toplumu arkasından sürükleyen lider model, etkili konuşma, beden dili, güçlü olduğunu gösteren vasıfları taşır. Toplum da bu vasıflara sahip insanları lider seçer.
Niçin seçer? Toplum olarak rahat yaşama, hizmet alma, sosyal güvenlik, milli birlik ve ruh bilinci, korunma, emniyette olma, ekonomik istikrar, birlikte var olma gibi durumları ortak paydada yaşamak için.
Lider bu beklentilere cevap verecek yönetimsel gücü, kollarını, kolluklarını, kurumlarını oluşturur. VARLIĞINI SÜRDÜREBİLMEK İÇİN!
Şimdi gelelim asıl meseleye dün gece bir rüya gördüm. Bilimsel en fazla 1- 1.5 dakka süren ama rüyayı görmeye başladığım andan itibaren bana 13 yıl gibi gelen bir rüya.
Çok da karışık bir rüya. Rüya tabircileri nasıl yorumsal bilemem.
Eski Devrek Ereğli yolu üzerinde koşmayla başlıyor. Arkamda 900 e yakın JOPA’lı işçi peşimde ellerinde ağır metal kovalamacadayız. Yıllarını umuda bağlamış, ağır sorumluluk almış, emeğinin azına razı olan bu insanlar: “-Bizim durum ne olacak? -Niye boş umutları ektin, gazetende yazdın, inandırdın bizi” diye bağrışmalar çağrışmalar. Ter içindeyim dermanım kalmamış halde yolu yarılamışken çamura saplanıyorum. Çıkmaya çalışıyorum. Oradan geçen bir vatandaş “-Kaçmak için bu yolu neden seçtin? Aklın yerinde mi senin?” dedi. “-Bu çamurdan anca 2023 ‘te kurtulursun sen! O da kurtulabilirsen!” Kaynar sular indi kafamdan aşağı. Arkamdan bir ordu hesap sorma peşinde.
Zor bela çıkardım ayağımı çamurdan, bata çıka bir basma bir koşma gidiyorum. Uzun kovalama sonrası kalabalık JOPAlı’nın ayaklarıyla havaya karışan bir toz rüzgarla üzerime yağmaya başlıyor. Çevremi kaplıyor, önümü göremiyorum. Bu toz öyle bir toz ki, içimi çürüten ama KARŞILIĞI KESİLEN bir toz adeta. 300-500 işçi ALIMI ile çürüdüğümüzü UNUTTURDUKLARI bir toz.
Uzun koşmadan sonra DALGA seslerini arasında dağılan tozun sonrası karşımda tersaneler beliriyor. Nereden kalmışsa nasıl rüyama musallat olmuşsa kaçma umudu olarak Gambiya’dan gelecek tekneleri bekliyorum. Ufuktan “ -Dostum sen bekleme ekonomik krizden bu tekneler yola çıkmadı, birde üstüne Pandemi çıktı. O kadar görüşmemize rağmen sen umutlanma boşuna bekleme bu tersanelere bu tekneler yanaşmayacak!” şeklinde bir ses duydum. “-Aman Allah’ım” dedim. “-Hani gelecekti.” Yıllardır her dönemde her fırsatta bir umut yüklenmişti bana, bu tekneler limana gelecek! diye. Bu umudu gelen giden hep kullanmıştı. Ayıptı umutlarla oynanması. Bitsin istedim bu kabusun.
Nerde? Halen peşimde kalabalık. Ellerde ise ağır metal. Önüme 3-4 tane takım elbiseli adam çıktı. “-Neden ter içindesin telaşın ne?” diye sordular. “-Gazeteciyim ben. Bildiğim doğrular peşinde hep koştum. İnsanlara güvendim hep inandım. Sorumlu olduğum bir toplum var benim. Onların doğrularına ayna tutmak görevim. Bana verilen umut bulutlarını şu arkamda ki elleri ağır metal tutan adamlara yansıttım. Verilen bu umutlar hem fos hem de boş çıktı. Onlarda haklı olarak kızdılar bana.”
Bölgenin ve insan halinin her coğrafyasını bildiğini söyleyen, yağmur çamur demeden gezdiğini söyleyen jilet pantalonlu, cilalı ayakkabılı bu adamlar güldüler birbirlerine bakarak. “-Ne kadar saffın be kardeşim! Bu umutlar belirli dönemlerde belirli zamanlarda bir amaç için verilen, öteye gidemeyen umutlardır. Yükselen nabzı dengeye sokmak için ağızlardan çıkar. Gazını alır insanların sadece. Sende inandın mı? Bin umut verilir, birkaçı gün yüzüne çıkar. O da göz boyar. Bu hep böyledir. Sözle doğrulur, büyütülür, olgunlaştırılır ama olur ama olmaz! Şimdi tabanlara kuvvet sen koşmaya başla! Eski hastanenin oraya bir fakülte yapılacak! Bitimine yetişirsen kurtulursun! Yetişemezsen vay haline!” dediler.
Birden sıçradım, irkildim, ter içinde uyandım.
“-OH ŞÜKÜR BU BİR RÜYAMIŞ” dedim. Kalktım, pencereyi açtım, dışarı baktım. Derin bir nefes sonrası etkisinde kaldığım tek şey, her tarafımı sarmış TOZ UMUTLAR..